Babil: Zamanı Aşan Bir Kentin Hafızası
Tarih boyunca bazı şehirler yalnızca taş, tuğla ve harçtan ibaret olmamış; aynı zamanda kültürel mirasın, hafızanın ve kimliğin taşıyıcıları olmuştur. Bu şehirlerden biri de, Mezopotamya’nın kalbinde yükselen ve günümüzde bile efsanelerle anılan Babil’dir.
Babil: Tanrıların Kapısı
Eski çağlarda Mezopotamya’nın en önemli merkezlerinden biri olan Babil, yalnızca fiziksel bir kent değil, aynı zamanda bir anlam ve kimlik sembolüdür. ‘Kentlerin şahı’ ve ‘Tanrıların Kapısı’ olarak adlandırılan bu şehir, zamanının en gelişmiş yerleşimlerinden biri olmasının yanı sıra, mitoloji, tarih ve kültür açısından da büyük bir öneme sahiptir. Babil Kulesi ve Antik Dünyanın Yedi Harikası’ndan biri olarak bilinen Asma Bahçeleri, bu kenti tarihin unutulmazları arasına yerleştirmiştir.
Ancak Babil’i eşsiz kılan şey yalnızca onun mimari eserleri ya da gücü değil, insanlarla kurduğu bağdır. Mekân ile insan arasındaki ilişki, aidiyet duygusunu ve kolektif hafızayı yaratır. İnsanlar kentleri inşa ederken, kentler de insanları şekillendirir. Bu nedenle Babil, yalnızca bir yerleşim alanı olmanın ötesine geçmiş ve bir kültürel bellek mekânı hâline gelmiştir.
Mekân ve Yer: Anlamın Dönüşümü
Mimarlık, mekânı yalnızca fiziksel bir düzenleme olarak görmez; aynı zamanda onun insanla kurduğu ilişkiyi de inceler. Mekân, insanın yaşadığı olaylarla anlam kazanır ve zaman içinde ‘yer’e dönüşür. Bir yerin kimlik kazanması, bireylerin orayla kurdukları ilişkilerle mümkündür. Babil de tıpkı bu dönüşümü yaşayan kentlerden biridir.
Babil, M.Ö. 2. yüzyılda bilgeleri tarafından 51 farklı özellik ve işleve sahip bir kent olarak tanımlanmıştır. Bu durum, kentin yalnızca fiziksel bir yapı değil, aynı zamanda bir ruh ve anlam taşıdığını gösterir. Kentin yıkılmış olması, onun hafızalardan silinmesine engel olmamış; aksine, geçmişin kolektif belleğinde bir simge olarak varlığını sürdürmüştür.
Kolektif Bellek ve Kentler
Bellek, bireysel bir olgu gibi görünse de aslında toplumsal ve kolektif bir yapıdır. Halbwachs’a göre bellek, sosyal kodlara göre oluşur ve toplum tarafından üretilir. Assmann ise belleği dört boyutta ele alır: mimetik bellek (davranışların taklit yoluyla öğrenilmesi), iletişimsel bellek (insanların dil aracılığıyla kurdukları ilişkiler), nesneler belleği (çevremizdeki fiziksel yapılar) ve kültürel bellek. Babil, bu bellek türlerinin tümünü barındıran bir kent olarak geçmişten günümüze taşınan bir sembol hâline gelmiştir.
Kentler, hafızanın somutlaştığı alanlardır. Günlük yaşantılar, anılar ve tarih burada şekillenir. Çocuklukta oynanan bir sokak, geçmişin izlerini taşıyan bir bina ya da bir meydan, bireylerin hafızasında derin izler bırakır. Ancak bu mekânlar yok olduğunda, kolektif bellek de zayıflar. Kentlerin hafıza mekânları olarak korunması, geçmişin geleceğe aktarılması açısından büyük bir öneme sahiptir.
Mimarlık ve Kentlerin Hafızası
Mimar ve düşünür Aldo Rossi’ye göre kentler, kolektif belleğin somutlaşmış hâlidir. Şehirler, yaşayan organizmalar gibidir; zamanla değişir, dönüşür ancak geçmişin izlerini taşımaya devam ederler. Babil’in günümüzde fiziksel olarak var olmaması, onun unutulduğu anlamına gelmez. Bilakis, anlatılan hikâyeleri, efsaneleri ve kültürel mirasıyla insanlığın hafızasında yaşamaya devam etmektedir.
Günümüz kentleri için bu durum önemli bir ders niteliğindedir. Mimarlık ve kent planlama süreçlerinde, sadece yeni yapılar inşa etmek değil, aynı zamanda geçmişin izlerini korumak da gereklidir. Kolektif hafızanın yok olmaması, şehirlerin kimliklerini sürdürebilmesi için, geçmişin hatıralarını yaşatmak ve korumak büyük bir sorumluluktur.
Sonuç
Babil, yalnızca tarihî bir kent değil, aynı zamanda mekânın ve hafızanın insanla kurduğu güçlü ilişkinin bir simgesidir. Kentler, yalnızca yaşamak için var olan alanlar değil; aynı zamanda geçmişin, kültürün ve kimliğin taşıyıcılarıdır. Babil’in yok oluşu, onun hatıralarının silindiği anlamına gelmez; aksine, kolektif bellekte hâlâ varlığını sürdüren bir efsanedir. Kentlerin belleğini ve kimliğini korumak, geçmişi geleceğe taşımak adına önemli bir sorumluluktur.
Babil’in hikâyesi, kentlerin ve mimarinin yalnızca fiziksel yapılar değil, aynı zamanda kültürel hafızanın taşıyıcıları olduğunu bizlere hatırlatmaya devam edecek.